top of page

Aynada Kendini Görmek: İçimizdeki Çocukla Karşılaşma



Yıllar önce Tüyap Kitap Fuarı’nda “Ayna” kitabıyla tanıştım. Stanttaki görevli kitabı uzattığında, sayfaları açar açmaz kitap bana kendini cömertçe sundu. Kitaptaki görseller, bir anda kendi iç dünyamın aynasına dönüştü. O an,  tanıdık  bir şeyin beni çağırdığını hissettim.

 

“Ayna” bir sessiz kitap. Ama öyle bir sessizlik ki, hani şarkıda geçen “bağıra çağıra susarken ben…” sözleri gibi. Sessizliğiyle çığlık atıyor, sustukça daha derine işliyor. Çünkü anlatmak istediği büyük bir derdi var: içimizdeki çocuk.

 

Hepimizin içinde, belki farkında bile olmadığımız bir çocuk var. Bir yönüyle yaralı, küskün, üzgün, bir yönüyle neşeli, meraklı, hayalperest ve yaratıcı bir çocuk. O, hayatı keşfetmeye, heyecanını ve merakını yeniden bizimle paylaşmaya hazır. Ama bazen, unutulmuş ya da görmezden gelindiği için sessizleşmiş olabilir. O çocuk, aslında bizim ona dönüp “Merhaba, seni görüyorum” dememizi bekliyor.

 

Bu karşılaşma, ikimiz için de şaşırtıcı olur. “Ben buradaydım, sen neden beni görmedin?” diye sorar o. Biz ise hayretle, “Nasıl olur da böyle bir şeyi içimde sakladım?” deriz. İçimizdeki çocuk, yalnızca geçmişin değil, aynı zamanda geleceğin de anahtarıdır. Ona ne kadar yaklaşabilirsek, o kadar özgün ve yaratıcı olabiliriz. Carl Jung’un dediği gibi, “Olgunluk, yeniden oynamayı öğrenmek demektir.” Jung’un bu sözünde derin bir hakikat saklı: İçimizdeki çocukla yeniden bağ kurduğumuzda, yaşamın oyununu yeniden oynayabilir, hayata yepyeni bir gözle bakabiliriz.

 

İçimizdeki çocukla tanışmak başlangıçta ürkütücü olabilir. Çünkü onun coşkusu, merakı ve sınırsız hayal gücü bizi hem heyecanlandırır hem de sınırlarımızı zorlar. Ama bir kere fark ettiğimizde, o bağı yeniden kurmak için adım atarız. Ağır adımlarla yaklaşır, onunla oyunlar oynamaya başlarız. Oynadıkça, yaşamın mizahını, basit ama büyülü yanlarını görmeye başlarız. O çocuksu kahkaha, sadece yüzümüze değil, tüm hayatımıza da yansır.

 

Ancak bu yolculuk düz bir çizgide ilerlemez. Kitabın ilerleyen sayfalarında, aynanın kırıldığını görürüz. İçimizdeki çocukla aramız bozulabilir; onu hayal kırıklığına uğratabilir, yeniden incitebiliriz. Ama bu, yolculuğun sonu değildir. Hayat, aynı yollardan geçerek ama her seferinde biraz daha “biz” olarak ilerlediğimiz bir serüvendir. Ayna kırılabilir, ama içimizdeki çocuğu asla terk etmeyiz. Ona yeniden dokunur, tekrar ve tekrar bağ kurmaya cesaret ederiz.

 

Böyle anlarda Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prens’teki şu sözleri akla gelir: “Büyükler her şeyi anlayamaz ve çocuklar onlara sürekli bir şeyleri açıklamak zorunda kalır.” Bu söz, içimizdeki çocuğun ne kadar sabırlı ve ısrarcı olduğunu hatırlatır. Çünkü o çocuk, bizi asla bırakmaz. Biz onu ne kadar beslersek, o da bizi o kadar besler.

 

İçimizdeki çocuk, yaratıcılığımızın kaynağıdır. Onunla bağ kurduğumuzda, yaşamın sihrini, rengini ve coşkusunu hissetmeye başlarız. Çünkü çocuklar taklit etmez; onlar her zaman özgündür. Ve içimizdeki çocuğu keşfetmek, hayatta daha cesur ve özgün bir varlık olmamıza rehberlik eder. Her şeyden önemlisi bize “kendimizi” yaşamamız için rehberlik eder.

 Bu yüzden, aynada kendimize bakmaktan, içimizdeki çocuğa “merhaba” demekten ve onunla birlikte dans etmekten asla vazgeçmemeliyiz. Hayatın sırrı belki de tam burada, içimizdeki çocuğu yeniden keşfetme cesaretinde saklıdır.

 

 Bu konuyla birlikte izleyebileceğiniz filmler:

 

*Küçük Prens (The Littele Prince) 2015

*Christopher Robin (2018)

*Çocuk, Köstebek, Tilki ve At (The Boy, the Mole, the Fox, and the Horse) 2022

*Ters Yüz (Inside Out) 2015

*Kanca (Hook) 1991



Comments


Benimle iletişime geçin

Lütfen aşağıdaki formu doldurunuz.

Teşekkürler

Zamanın izinde...

© 2035 by Train of Thoughts. Powered and secured by Wix

bottom of page